Temel İslam Bilimleri’nin Olmazsa Olmazı
İngiliz Edebiyatı tahsil edip de İngilizce bilmemek her neyse, İslamî İlimler tahsil edip de Arapça bilmemek de öyle bir şeydir.
Arapça, Kur’an’ın dilidir.
Arapça Hz. Peygamber’in ve içinde yaşadığı toplumun dilidir.
Arapça, asırlar boyu süregelen bir İslam Medeniyeti’nin ve kültür mirasının dilidir.
İmdi ilahiyat tahsiline gelip de İslam konusunda söz sahibi olmak; dini anlamak ve anlatmak niyet ve azminde olan bir kimsenin Arapçaya yeterince ilgi duymaması ve olsa da olur olmasa da gibi bir tavır takınması kabul edilebilir değildir.
Başka kavimlerde ne kadar yaygındır bilmiyorum ama bizim Türk milletinde Kur’an hafızlarının sayısı bir hayli çok olmalıdır.
Bunun gerçek saikleri üzerinde durulması gerekir.
Söz gelimi aynı sayıda Arapça bilenimiz yoktur.
Ha! Bina okuyanımız çoktur. Dönüp dönüp gene okuyanımız da. Ama nedense bir türlü Arapça bilenimiz oldum olası pek fazla olmamıştır. Bilenler de konuşmasını ve yazmasını pek bilmezler.
Peki, Kur’an’ı ezbere biliyor olmak bizi âlim yapar mı?
Kur’an’ı ezbere bilip de anlamını bilmeyen kimse, üzerinde para olup da ondan haberi olmadığı için aç kalan kimse gibidir.
Üzülerek ifade etmek gerekirse biz bazı şeyleri yanlış anlıyoruz. Bunlardan biri de Kur’an ile olan ilişkilerimizi belirliyor.
Söz gelimi Kur’an’ın ezberlenmesi, okunması ile ilgili çok sayıda hadisler vardır. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir” hadisi gibi. Kur’an’ı ezberlemenin sevabına ilişkin buyruklar gibi.
Biz bu gibi sözleri bağlamını dikkate almadan yalın haliyle genel geçer bir değerde ele alıyor ve Kur’an okumayı öğrenir ve aynı şekilde ezberlersek sözü edilen müjdelere mazhar olacağımızı sanıyoruz.
Oysa Hz. Peygamber bu sözlerini söylerken muhataplarının dilinin aynısıyla Kur’an’ın dili olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz. Yani Hz. Peygamber onlara “Kur’an’ı öğrenin!” derken, anadilleriyle olduğu için “Kur’an’ın size ne getirdiğini, sizden ne istediğini, sizden ne aldığını, size ne verdiğini öğrenin ve tabii ki gereğini yapın!” demiş oluyordu. Ezberlediği zaman da hakeza durum daha ileri derecede öyle idi.
İmamete içinizden en layık olanı “Akra” olmak denirken, yani Kur’an’ı kıraat üzere en güzel biçimde okuyan kastedilmiyordu, aksine içinizde Kur’an’ı en iyi bilen denmek isteniyordu. Bunlar da İbn Mesûd, Zeyd b. Sâbit, Übey b. Ka’b gibi kimselerdi.
Falanca savaşta şu kadar “Kurra” şehit düşmüşse, bunun anlamı Kur’an’ı iyi bilenler demekti. Kur’an’ı baştan sona ezberleyen sahabilerin sayısı Hz. Peygamber vefat ettiğinde sadece dörttü ve bunların hepsi de Ensar’dan idi. Öyle onlarca, yüzlerce hafız sahabi de zaten yoktur. Kaldı ki sahabenin birincil gayesi de Kur’an’ı öğrenmek ve öğrendikçe de onunla emel etmekti. O yüzden İbn Ömer Bakara suresini öğrenebilmek için tam sekiz sene uğraşmıştı. Ahkam içeren surelerin öğrenilmesi için de ayrı bir çaba sarf ederlerdi.
Kur’an’ı en iyi bilenleri, toplumun imamı yapılmaktadır. Çünkü o, bu haliyle insanlara kendilerine indirileni öğretecektir.
Şimdi biz bu ve benzeri hadisleri kendi bağlamından kopararak İslam adına söz sahibi olabilmek için mutlak gerekli olanın Kur’an’ı bilmek değil de ezberlemek olduğunu anlamış ve büyük bir coşkuyla ezberlemiş, çocuklarımıza ezberletmişizdir. Peki, ezberlediğimiz şey bize ne diyor, bizden ne istiyor, bizden ne alıyor ve bize ne veriyor dendiği zaman bunların hiçbiri cevap bulamıyor.
Görünürlük öne çıkıyor.
Anadolu’da “Seda (güzel ses) ilmin yarısıdır” denir. Yani bir kimse güzel sesiyle güzel bir Kur’an okumuş ise artık o tamamdır, diyeceğini demiş, yapacağını yapmıştır. Ama okumuş olduğu o sure ya da aşır insanlara ne söyledi, mesaj sadece Kur’an’ın namesi ve onun nefislerde bıraktığı etkiden mi ibaretti, gönle etki eden tesirinden başka akla, insanların anlayışına ve irfanına söylediği bir şey yok mu idi… Bunlar çok da önemli değildir. Önemsenmez.
Kıraat ve Hat çok itibarlıdır. Dünya çapında karilerimiz ve hattatlarımız vardır.
Her ikisi de görseldir; biri kulağa biri göze hitap eder.
Oysa Kur’an bir çağrıdır, bir mesajdır, insanın kulağına olduğu kadar, gönlüne de, aklına da aynı şekilde hitap eder ve insanı bulunduğu durumdan alıp, olması gereken düzeye çıkarmayı amaçlar. Çukurda olan bir adama anlamadığı bir dil ile, “Sen çukurdasın, felaketin eşiğindesin, ver elini de çıkaralım seni bu felaketten!” dense o adamın tepkisi ne olur. Elbette ki tepkisizlik… Sadece kendisine yönelik sesin ahengi, musikisi, tonu, söyleniş biçimi… bunlar etki eder, ama sözün asıl söyleniş amacı uçar gider.
O yüzden bizim İlahiyat öğrencilerimizin Kur’an’ı ezberlemek değil, Kur’an’ı öğrenmek gibi bir niyetleri olmalıdır. Kur’an’ı öğrenmek, ezberlemek gibi kolay değildir. İnsan nihayet iki yılda ezberleyebilir. Altı ayda bile ezberleyen vardır. Oysa Kur’an’ı öğrenmek yıllar alır. Bu süreç her şeyden önce onun dilini öğrenmekle başlar. Kur’an çok yüce bir fasahat ve belağatı içerdiği için aynı zamanda bu dilin belağatını ve edebiyatını da öğrenmeyi gerekli kılar. Sonra Kur’an’ın tarihini öğrenmesi gerekir. Bunun için de nüzul ortamını ve Hz. Peygamber’in yirmi üç yıllık hayatını an be an kronolojik olarak öğrenmesi, hangi ayetin hangi tarihte ve hangi olaya sebep indiğini bu tarih içerisinde öğrenmesi gerekir. Kur’an’ın kullandığı kelimeleri kendine özgü olan din diline taşıyıp taşımadığını, ona yeni anlamlar yükleyip kavramlaştırıp kavramlaştırmadığını bilmesi gerekir. Bu yapılmadığı zaman, bugün her daim örneklerini gördüğümüz gibi, kelamullah bağlamından koparılır ve istenilen garazlara payanda yapılmaya çalışılır, kendisine olmadık anlamlar giydirilmeye çalışılır. Nimet ile nikmet, rahmet ile zahmet birbirine karışır. Ültimatom mu yoksa hoşgörü mü bilinmez olur. Nasih ve mensuh izlenemez ve bilinemez.
Kur’an’ın kendi tarihi de yetmez, dünya dinler tarihi ve özelde ilahî dinler içindeki yeri de ayrıca bilinmesi gerekir.
Sevgili öğrenci! Eğer gerçekten İslam’ı bir din olarak öğrenmek ve insanların hayatlarına bu dinin cevabını taşımak istiyorsan ve vira bismillah deyip Hazırlık sınıfına başlamışsan senin Arapçayı öğrenmekten başka hiçbir amaç ve kaygın olmamalıdır. Çünkü Arapça öğrenirsen ancak Kur’an’ı da anlayabilecek ve tarihini de sürebileceksin.
Tercümeler bana yeter diyorsan. Ne diyeyim. Kendin kaynağa gitme derdinde değilsen, onun bunun ağzıyla su içmeye çalışacaksan o zaman benim sana söyleyecek bir sözüm zaten olmaz.
Garibce